.

GÜNCEL SORU VE CEVAPLAR   1. Sayfa

 

Soru  : Bilgisayarda yazdırılan faturaların imzalarının da bilgisayarda yazdırılması mümkün müdür?

Cevap : Bilindiği üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 230 ve 231 inci maddelerinde faturanın şekli ve nizamına ilişkin esaslar düzenlenmiş olup, 231 inci maddenin 4 numaralı bendinde de faturanın baş tarafında iş sahibinin veya namına imzaya mezun olanların imzasının bulunacağı hüküm altına alınmıştır.

Bu hükme göre, vergi uygulamaları bakımından faturada imzanın bulunması zorunludur. Ancak, iş yoğunluğu ve gün içerisinde düzenlenen fatura sayısının çok olması dikkate alınarak imzaya yetkili olanların imzalarının notere onaylattırılmak suretiyle fatura üzerine anlaşmalı matbaada bastırılarak kullanılabilmesi imkanı mükelleflere tanınmıştır.

Ancak, fatura üzerinde bulunması zorunlu olan imzanın bilgisayar aracılığı ile yazılarak (elektronik imza) kullanılması şu aşamada mümkün bulunmamaktadır.” denilmektedir.

Soru  : İrsaliyeli fatura kullanan mükellefin mallarını kargo aracılığıyla göndermesi halinde ayrıca bir sevk irsaliyesi düzenlemesi gerekli midir?

Cevap  : Bilindiği üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 229’ncu maddesinde; “Fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tüccar tarafından müşteriye verilen ticari vesika” olarak tanımlanmıştır.

Aynı Kanunun 230/5’nci maddesinde; “Malın alıcıya teslim edilmek üzere satıcı tarafından taşındığı veya taşıttırıldığı hallerde satıcının, teslim edilen malın alıcı tarafından taşınması veya taşıttırılması halinde alıcının, taşınan veya taşıttırılan mallar için sevk irsaliyesi düzenlenmesi ve taşıtta bulundurulması şarttır.” hükmü yer almaktadır.

Anılan Kanunun 231/5’nci maddesinde ise; faturanın mal teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi gün içinde düzenleneceği, bu süre içerisinde düzenlenmeyen faturaların hiç düzenlenmemiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.

Konu ile ilgili olarak yayımlanan 211 Sıra No.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği’nde; “sattıkları mallar dolayısıyla Vergi Usul Kanununun 231’nci maddesinin 5 numaralı fıkrasının mükelleflere tanıdığı, malın tesliminden itibaren faturanın yedi gün içinde düzenlenmesi imkanından vazgeçerek bu yükümlülüğü derhal yerine getirmek isteyen mükelleflere fatura ve sevk irsaliyesini ayrı ayrı düzenlemeksizin diledikleri takdirde, bu tebliğ esaslarına uygun olarak “irsaliyeli fatura” adı altında tek bir belge düzenleme ve kullanma imkanı tanınmış ve buna ilişkin esaslar bentler halinde sayılmış olup, (b) bendinde, “irsaliyeli fatura” uygulamasını seçen mükelleflerden mal satın alan mükelleflerin, bu malları taşımaları veya taşıttırmaları esnasında “irsaliyeli fatura” bulunması halinde bunların “sevk irsaliyesi” düzenleme yükümlülükleri yoktur.” denilmektedir.

Öte yandan 232 Sıra Nolu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde ise “Mükellefler, faaliyetleriyle ilgili olarak irsaliyeli fatura kullanmalarının yanı sıra, bundan böyle fatura ve sevk irsaliyesini ayrı ayrı da kullanabileceklerdir.

Satılan malın alıcıya teslim edilmek üzere satıcı tarafından taşındığı veya taşıttırıldığı hallerde satıcı tarafından irsaliyeli fatura düzenlenebileceği gibi ayrı ayrı fatura ve sevk irsaliyesi de düzenlenebilecektir. İrsaliyeli fatura düzenlenmesi halinde ayrıca sevk irsaliyesi aranmayacaktır.” denilmektedir.

Buna göre, toptan pazarlaması ve dağıtımı yapılan ürünlerin kargo aracılığı ile gönderilmesi işleminde irsaliyeli fatura düzenlenmesi halinde ayrıca bir sevk irsaliyesinin tanzim edilmesine gerek bulunmamaktadır. Ancak, sevk irsaliyesi düzenlemek suretiyle şehir dışına yapacağınız mal sevkiyatları için yedi gün içerisinde fatura düzenlemeniz gerekmekte olup irsaliyeli fatura düzenlemeniz mümkün bulunmamaktadır.

Soru   : Çalışanın şahsı ve çocukları için yaptığı şahıs sigorta poliçesi prim ödemeleri  ile bireysel emeklilik prim ödemelerinin ücretin tespitinde indirim konusu yapılabilir mi?

Cevap : Bilindiği gibi, 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 63.maddesinde “Ücretin gerçek safi değeri işveren tarafından verilen para ve ayınlarla sağlanan menfaatler toplamından aşağıdaki indirimler yapıldıktan sonra kalan miktardır. 

İndirim konusu yapılacak prim, aidat ve katkıların toplamı, ödendiği ayda elde edilen ücretin % 10’unu (bireysel emeklilik sistemi dışındaki şahıs sigorta poliçeleri için ödenen primlerde, ödendiği ayda elde edilen ücretin % 5’ini) ve yıllık olarak asgari ücretin yıllık tutarını aşamaz. Bakanlar Kurulu bu oranı % 20 oranına kadar (bireysel emeklilik sistemi dışındaki şahıs sigorta poliçeleri için % 10 oranına kadar) artırmaya ve belirtilen haddi asgari ücretin yıllık tutarının iki katını geçmemek üzere yeniden belirlemeye yetkilidir.” hükümleri yer almaktadır.

Vergiye tabi ücret matrahının tespitinde bireysel emeklilik sistemine ödenen katkı payının elde edilen ücretin %10’una kadar olan kısmı indirim konusu yapılabilecektir. Bireysel emeklilik dışında kalan şahıs sigortaları için ödenen primlerin ise elde edilen ücretin %5’ine kadar olan kısmı ücret matrahının tespitinde indirilebilecektir. Bireysel emeklilik sistemi ile diğer şahıs sigortaları için ödenen primlerin birlikte olması halinde matrahtan indirim konusu yapılabilecek tutar ücretin %10’u ile sınırlı olacaktır. Bu durumda şahıs sigorta primleri için %5’lik sınır ayrıca aranacaktır.

Bir takvim yılı içerisinde bireysel emeklilik ve diğer şahıs sigorta primleri ile ilgili olarak yapılabilecek indirim tutarı asgari ücretin yıllık tutarını aşmayacaktır. Bu sınırlama yıllık bazda dikkate alınacak olup, yıl içinde asgari ücret tutarında meydana gelebilecek değişiklikler, indirim yapılacak tutarların hesabında dikkate alınacaktır. Ücretlinin eşine ve küçük çocuklarına ait hayat, ölüm, kaza, hastalık, sakatlık, işsizlik, analık, doğum ve tahsil gibi şahıs sigorta poliçeleri için ücretli tarafından ödenen primler ile bireysel emeklilik sistemine ödenen katkı payları da yukarıda belirtilen sınırlamalar çerçevesinde indirim konusu yapılabilecektir. Küçük çocuk tabirinden, 18 yaşını doldurmamış ve mükellef tarafından bakmakla yükümlü olunan (nafaka suretiyle bakılanlar dahil) kişilerin anlaşılması gerekmektedir.

Bu hüküm ve açıklamalara göre;  şahsınız için yapmış olduğunuz bireysel emeklilik katkı payı ile şahsınız ve çocuklarınız için kendi adınıza yapmış olduğunuz birikimli hayat sigorta poliçelerine ilişkin ödenen sigorta primleri toplamının ödendiği ayda elde edilen ücretin %10’unu geçmemesi gerekmektedir. Şahsınız ve çocuklarınız için kendi adınıza yapmış olduğunuz birikimli hayat sigorta poliçelerine ilişkin ödemelerin toplamının ödendiği ayda elde edilen ücretin %5’ini geçmemesi şartı ayrıca aranacaktır; bununla birlikte yıllık olarak şahsınız ve çocuklarınız için kendi adınıza yaptığınız birikimli hayat sigorta poliçeleri ile şahsınız için yaptığınız bireysel emeklilik katkı payına ilişkin yapılan ödemelerin toplamının da asgari ücretin yıllık tutarını aşmaması koşuluyla, ücretin safi değerinin tespitinde, ücret matrahından indirilmesi mümkündür.

Soru    : 23.07.2006 tarihinden sonra kar dağıtımında uygulanacak tevkifat oranı nedir?

Cevap : Bilindiği gibi, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 94. maddesinde, “Kamu idare ve müesseseleri, iktisadî kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadî işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya ziraî işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar.” hükmü yer almış olup, aynı maddenin 23.07.2006 tarih ve 26237 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 22.06.2006 tarih ve 2006/10731 sayılı Kararın 3. maddesiyle  değişen 6. bendinin (b-i) bendinde, “Tam mükellef kurumlar tarafından; tam mükellef gerçek kişilere, gelir ve kurumlar vergisi mükellefi olmayanlara ve gelir vergisinden muaf olanlara dağıtılan, 75. maddenin ikinci fıkrasının (1), (2) ve (3) numaralı bentlerinde yazılı kar paylarından (karın sermayeye eklenmesi kar sayılmaz) %15, vergi tevkifatı yapılır.” hükmü mevcuttur.

Yine aynı Kanunu’nun 96. maddesinde, “Vergi tevkifatı, 94'üncü madde kapsamına giren nakden veya hesaben yapılan ödemelere uygulanır. Bu maddede geçen hesaben ödeme deyimi, vergi tevkifatına tabi kazanç ve iratları ödeyenleri istihkak sahiplerine karşı borçlu durumda gösteren her türlü kayıt ve işlemleri ifade eder.” hükmü mevcuttur.

Öte yandan, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun “Dar mükellefiyet Vergi Kesintisi” başlıklı 30. maddesinin 3 numaralı fıkrasında, “Tam mükellef kurumlar tarafından, Türkiye’de bir işyeri veya daimi temsilci aracılığıyla kar payı elde edenler hariç olmak üzere dar mükellef kurumlara veya kurumlar vergisinden muaf olan dar mükelleflere dağıtılan (Karın sermayeye eklenmesi kar dağıtımı sayılmaz.) ve Gelir Vergisi Kanunu’nun 75. maddesinin ikinci fıkrasının (1), (2) ve (3) numaralı bentlerinde sayılan kar payları üzerinden bu Kanunun 15. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca vergi kesintisine tabi tutulan kazançlar hariç olmak üzere %15 oranında kurumlar vergisi kesintisi yapılır.” amir hükmü yer almıştır.

Soru   : Zamanında ödenmeyen SSK primleri ile idari para cezalarının ödenmesi halinde kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınabilir mi?

Cevap : Bilindiği üzere, 21.06.2006 tarih ve 26205 sayılı Resmi Gazete yayınlanan 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 6.maddesinin ( 01/01/2006 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere 21.06.2006 tarihinde yürürlüğe giren madde) birinci fıkrasında kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safî kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı belirtilmiş,  ikinci fıkrasında ise safî kurum kazancının tespitinde, Gelir Vergisi Kanununun ticarî kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Ayrıca bu hüküm uyarınca tespit edilecek kurum kazancından 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8.maddesi ile Gelir Vergisi Kanunu’nun 40.maddesinde yer alan giderlerin indirileceği belirtilmiştir. 01/01/2006 tarihinden önceki vergilendirme dönemleri için benzer hükümler 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunun 13. maddesinde yer almaktadır.

506 sayılı Kanunun 3917 sayılı Kanunla değişik 80.maddesinin birinci fıkrasında, “İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden, bu kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur.” denilmiş, aynı maddenin üçüncü fıkrasında da “Kuruma ödenmeyen prim Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulamasında gider yazılmaz.” hükmü yer almıştır.

Öte yandan, Gelir Vergisi Kanunu’nun 40.maddesinin 2 numaralı bendinde, ticari kazancın tespitinde işverenlerce hizmet erbabı için ödenen SSK primlerini gider olarak indirileceği hükme bağlanmıştır.

Bu hükümlere göre, SSK priminin gider olarak dikkate alınabilmesi için, bu primlerin Sosyal Sigortalar Kurumu’na fiilen ödenmiş olması gerekmektedir. Bu nedenle, sigorta primleri, dönemine ve ait olduğu yıla bakılmaksızın fiilen ödendiği tarihte gider yazılacaktır.

Ancak, 506 sayılı Kanun’un 80.maddesi gereğince bir aya ait sigorta primleri ertesi ayın sonuna kadar ödenebileceğinden, Aralık ayına ait olan sigorta primlerinin ertesi yılın Ocak ayı içinde ödenmesi durumunda bu primler Aralık ayının gideri olarak dikkate alınabilecektir.” şeklinde açıklamalar yer almıştır.

Diğer taraftan, Gelir Vergisi Kanunun “Gider Kabul Edilmeyen Ödemeler” başlıklı 41. maddesinde; “Aşağıda yazılı ödemelerin gider olarak indirilmesi kabul olunmaz.

Her türlü para cezaları ve vergi cezaları ile teşebbüs sahibinin suçlarından doğan tazminatlar (Akitlerde ceza şartı olarak derpiş edilen tazminatlar, cezai mahiyette tazminat sayılmaz.)” hükmü yer almaktadır.

Ayrıca, ilgili bulunduğu döneme göre; 5422 sayılı Kurumlar Vergisi kanunu’nun 15.maddesinin 6 numaralı bendi ile 01.01.2006 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun birinci fıkrasının d bendinde bu kanuna göre hesaplanan Kurumlar Vergisi ile her türlü para cezaları, vergi cezaları ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun hükümlerine göre ödenen cezalar, gecikme zamları ve faizlerin kurum kazancının tespitinde indirilmesinin kabul edilmeyeceği belirtilmiştir.

Bu hüküm ve açıklamalara göre, SSK priminin gider olarak dikkate alınabilmesi için, bu primlerin Sosyal Sigortalar Kurumu’na fiilen ödenmiş olması gerektiğinden, sigorta primleri, dönemine ve ait olduğu yıla bakılmaksızın (taksitlendirilerek ödenmesi halinde ödenen taksit tutarlarından prim aslı kadarının) fiilen ödendiği  tarihte gider yazılması mümkündür. Sosyal Sigortalar Kurumuna ödenen, idari para cezaları ile ödenen gecikme zamlarının kurum kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınması mümkün değildir.

Soru   : Yabancı dil eğitimi için yurtdışına gönderilecek personele yapılacak ödemelerin ücret olup olmadığı hk. 

Cevap : 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 61. maddesinde; ”Ücret, işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir. Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez…” hükmü yer almaktadır.

Bu hüküm uyarınca hizmet erbabına evvelce yapılan veya gelecekte yapılacak hizmetler karşılığı verilen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler ücret olarak vergiye tabi tutulacaktır.

  

Ancak Gelir Vergisi Kanunu’nun 28. maddesinin 1 ve 2 numaralı bentleri uyarınca bu bentlerde yazılı şartla müstesna tutulan tahsil ve tatbikat ödemeleri ve bu meyanda burslar gelecekte yapılacak hizmetler karşılığını teşkil eden ücret ödemesi sayılmakla birlikte söz konusu istisna hükmü gereğince Gelir Vergisine tabi tutulmayacaktır.” açıklamaları bulunmaktadır.

 

Öte yandan, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun “İndirilecek Giderler” başlıklı 8. maddesinde kurum kazancının ticari kazanç gibi hesaplanacağı hüküm altına alınmış olup, safi kazancın tespitinde indirilecek giderleri düzenleyen Gelir Vergisi Kanunu’nun 40. maddesinin 1. bendinde ise, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin gayrisafi kazançtan indirilebileceği hükme bağlanmıştır.

 

Bu hükümlere göre, yurt içinde bulunan öğrencilere verilen burslar gelir vergisinden istisna edilmiş olup; eğitim masrafları karşılanacak kişilerin, okulu bitirdikten sonra burs veren işletmede hizmet yükümlülükleri nedeniyle çalışacaklarını gösterir bir sözleşmenin düzenlenmesi ve bu durumun vergi incelemesi sırasında incelme elemanına kanıtlanması, burs verilecek öğrencilerin, Türkiye’nin her tarafından eğitim gören öğrenciler arasından bir yarışma sınavı kazanan kişilerden olması, bursun süresinin ve karşılanacak eğitim giderleri miktarının işin önemi ve genişliği ile orantılı olması durumunda, gider yazılması mümkündür.

           

Ancak, yurtdışı eğitim ödemeleri şirket personeline yapılacak olması nedeniyle burs olarak değerlendirilemeyecek olup, ücret olarak dikkate alınarak vergilendirilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, söz konusu ücret ödemelerinin ise genel esaslara göre kurum kazancının tespitinde gider olarak indirim konusu yapılabileceği tabiidir.

Soru  : Yurt dışında ödenen vergilerin mahsubu nasıl yapılır?

Cevap : Bilindiği üzere, 21.06.2006 tarih ve 26205 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun Geçici 1. maddesinin onuncu fıkrasında “(10) Bu Kanunun yürürlüğünden önceki dönemler itibarıyla 5422 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” hükmü yer almakta olup, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 43. maddesinde ise “Yabancı memleketlerde elde edilerek Türkiye’de genel netice hesaplarına intikal ettirilen kazançlardan mahallinde ödenen benzeri vergiler Türkiye’de tarh olunan Kurumlar Vergisi’nden indirilebilir. Ancak;

1- İndirilecek miktar, yabancı memleketlerde elde edilen kazançlara, bu kanunun 25. maddesinde yazılı nispetlerin uygulanmasıyla bulunacak miktardan fazla olamaz.

2- Yabancı memleketlerde vergi ödendiği yetkili makamlardan alınarak mahallindeki Türk elçilik veya konsoloslukları, yoksa mahallinde Türk menfaatlerini koruyan memleketin aynı mahiyetteki temsilcileri tarafından tasdik olunan vesikalarla tevsik edilmedikçe, yabancı memleketin vergisi Türkiye’de tarh olunan vergiden indirilemez.

Verginin tarhı sırasında yukarıda yazılı indirmeye ait vesikalar henüz gelmiş değilse, yabancı memlekette ödenen veya ödenecek olan vergi 25. maddede yazılı nispeti aşmamak şartıyla, o memleketteki cari olduğu bilinen nispet üzerinden hesaplanır ve tarhiyatın bu suretle hesaplanan miktara isabet eden kısmı ertelenir. Aranan vesikalar, tarh tarihinden itibaren en geç bir yıl zarfında vergi dairesine ibraz edildiği takdirde bu vesikalarda yazılı kati miktara göre tarhiyat düzeltilir.

5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 44.maddesinde ise, “Beyannamede gösterilen kazançlardan bu Kanuna ve Gelir Vergisi Kanunu’na göre kesilmiş olan vergiler beyanname üzerinden hesaplanan kurumlar vergisinden mahsup edilir.

Mahsubu gereken miktar beyanname üzerinden hesaplanan Kurumlar Vergisinden fazla olduğu takdirde, keyfiyet vergi dairesince mükellefe yazı ile bildirilir. Aradaki fark mükellefin işbu yazıyı tebellüğ tarihinden itibaren bir yıl içinde müracaatı halinde kendisine iade olunur. Bir yıl içinde müracaat etmeyen mükelleflerin bu farktan doğan alacakları düşer….” hükmü bulunmakta olup, madde uyarınca yapılacak mahsup ve iade işlemlerine ilişkin açıklamalar 252 Seri No’lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinde yapılmıştır.

Yukarıda yer alan Kanun maddelerinin tetkikinde; yabancı memleketlerde elde edilerek Türkiye’de genel netice hesaplarına intikal ettirilen kazançlardan mahallinde ödenen benzeri vergilerin Türkiye‘de tarh olunan kurumlar vergisinden indiriminin yapılabilmesi Kurumlar Vergisi Kanunun 43. maddesinde sayılan şartlar dahilinde mümkündür. Yabancı memleketlerde elde edilerek Türkiye’de genel netice hesaplarına intikal ettirilen kazançlardan mahallinde ödenen benzeri vergiler Türkiye’de tarh olunan Kurumlar Vergisinden indirilebilecek olup, yatırım indiriminden yararlanmanız nedeniyle beyanname üzerinden indiremediğiniz kısmın iade alınması veya diğer vergi borçlarına mahsup edilmesi mümkün değildir.

Soru  :  Yıllık ücretli izinler parça parça kullandırılabilinir mi? Cumartesi günleri çalışılmayan bir işyerinde Cumartesi de yıllık ücretli iznin hesabında işgünü olarak hesaba katılabilinir mi ? Bu durumda yıllık ücretli izinler nasıl hesap edilir?

 

Cevap: İşyerlerinde en az bir yıl çalışmış olan işçilerin ne kadar yıllık ücretli izin kullanacakları 4857 sayılı İş Kanunu’nun 53. maddesinde belirtilmiştir. Mesela, bir işyerinde 01.06.2002 tarihinde işe başlamış olan bir işçinin 2006 yılında kullanacağı izin süresi 14 iş günüdür. Cumartesi günleri de yıllık ücretli iznin hesabında işgünü olarak esas alındığı için, işyerinin cumartesi günlerinin açık veya kapalı olması izin kullanma günlerinde bir azalmaya veya artışa sebep olmayacaktır. Örneğin 04.09.2006 pazartesi günü izne ayrılan bu işçi cumartesi günleri çalışılsın veya çalışılmasın 20.09.2006 Çarşamba günü işbaşı yapması gerekecektir. Bu işçi izin süresine rastlayan 2 Pazar ile birlikte 16 gün izin kullanmış olacaktır. 2 hafta izin kullanacak bir işçi cumartesi çalışmayan bir işyerinde 12 iş günü işe gelmeyecek, cumartesi çalışılan bir işyerinde ise 14 iş günü işe gelmeyecektir. Birincide 2 cumartesi ve 2 pazar ilave ettiğimizde 16 gün, ikincide de 2 Pazar ilave ettiğimizde yine 16 gün izin kullanılmış olacaktır. Yıllık ücretli izin toplu halde değil de bölünerek (parça parça) kullanıldığı taktirde yine aynı sayıda iş günü işe gidilmeyecektir. Örneğin cumartesi çalışmayan bir işyerinde yıllık izin bölünerek kullanıldığı takdirde toplam olarak 12 işgünü işe gidilmeyecektir .Cumartesi günleri zaten tatil edildiği için ayrıca işgünü olarak izin kullandırılmayacaktır. Perşembe ve Cuma günleri yıllık izin kullanan işçi 2 gün izin kullanmış olacak, cumartesi de dahil edilerek kullandığı izin günü 3 gün olmayacaktır. Yıllık ücretli izinler ister toplu olarak, isterse bölünerek kullanılsın bu süreye rastlayan ulusal bayram ve genel tatiller izin süresine ilave edilecektir.

 

Soru  : Kendi isteği ile işten ayrılan işçiler hangi durumlarda kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanacaktır?

 

Cevap: İşçiler haklı bir neden olmadan kendi istekleri ile işyerinden ayrıldıkları takdirde ihbar ve kıdem tazminatına hak kazanamazlar. Ancak, aşağıdaki nedenlerle işten ayrılan işçiler aynı işyerinde bir yıldan fazla çalışmış olmak şartıyla kıdem tazminatına hak kazanırlar. Kendi isteği ile işten ayrılan işçi haklı nedenlerle de olsa ihbar tazminatına hak kazanamaz.

1475 sayılı eski İş Kanunu’nun halen yürürlükte olan 14. maddesine göre kendi isteği ile işten ayrılan işçi aşağıdaki hallerde kıdem tazminatına hak kazanır:

a) Erkek işçilerin askerlik nedeniyle işten ayrılması,

b) Kadın işçilerin evlendiği tarihten itibaren 1 yıl içinde işten ayrılması,

c) İşçilerin yaşlılık, emeklilik, malullük veya toptan ödeme almak üzere işten ayrılması,

d) Yaşlılık aylığı bağlanması için gereken sigortalılık süresi ve prim miktarını tamamlayarak işçilerin kendi istekleri ile işten ayrılması,

e) 4857 sayılı İş Kanunu’nu 24. maddesindeki haklı nedenlerle işçinin işten ayrılması,

f) İşçilerin ölümü halinde mirasçılarının kıdem tazminatına hak kazanması

yukarıdaki haklardan, bir işyerinde emekliliğe hak kazanmadan çalışanlar istifade ettiği gibi, sosyal güvenlik destek primi ödeyerek bir işyerinde emekli olarak çalışanlar da istifade edebilirler.

 

Soru  : 31.12.2006 tarihine kadar sigortalı olarak çalışanlar ile, 1.1.2007 tarihinden sonra ilk defa sigortalı olarak çalışmaya başlayacaklar arasında emeklilik yaşları ve emeklilik şartları bakımından sigortalıların lehine veya aleyhine bir farklılık olacak mıdır?

 

Cevap: 1.1.2007 tarihinde yürürlüğe girecek olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile, aynı tarihten geçerli olmak üzere yürürlükten kaldırılan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun Geçici 20, 81, 82, 87 ve 89. maddeleri yürürlükte bırakılmaktadır. Sözü edilen maddelerin yürürlüğü 1.1.2007 tarihinden sonra da devam edeceği için şu anda çalışmakta olan sigortalılar ile 21.12.2006 tarihine kadar sigortalı olacakların emekli olma şartlarında 1.1.2007 tarihinden sonra bir değişiklik olmayacaktır. Şu anda yürürlükte olan Sosyal Sigortalar Kanunu’na göre bir kişi hangi yaşta emekli olacak ise 1.1.2007’den sonra da o yaşta emekli olacaktır. Mevcut sigortalıların prim ödeme ve sigortalılık süreleri de aynen korunmaktadır. Bu durumda olan sigortalıların emekli aylıkları, emekli aylığına hak kazandıkları tarihte, her iki kanuna göre geçirdikleri sürelerin toplamı üzerinden yeni kanuna göre hesabedilecektir. 1.1.2007 tarihinde yürürlüğe girecek olan 5510 sayılı Kanun’a göre de 1.1.2036 tarihine kadar emeklilik yaşında bir artış olmayacaktır. 8.9.1999 – 31.12.2006 tarihleri arasında sigortalı olanların emekli olabilmeleri için gerekli olan 7000 ve 4500 günlük prim ödeme şartları, 1.1.2007 tarihinden sonra ilk defa sigortalı olacak için 1.1.2007’den başlamak üzere her yıl için 100 gün ilave edilmek suretiyle 9000 güne ve 5400 güne ulaşılacaktır. Mesela, 2007’de işe başlayacaklar için prim ödeme gün sayısı 7000 gün yerine 7100 gün olarak, 4500 günlük prim ödeme gün sayısı ise 4600 gün olarak uygulanmaya başlanacaktır. 

 

Soru  : Mükellefiyetin terk edilmesi halinde, terk tarihinde üzerimizde kalan ve indirim yoluyla giderilemeyen katma değer vergilerini gider yazabilirmiyiz ?

 

Cevap 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 29 maddesinin 2 nci bendinde "Bir vergilendirme döneminde indirilecek katma değer vergisi toplamı, mükellefin vergiye tabi işlemleri dolayısıyla hesaplanan katma değer vergisi toplamından fazla olduğu takdirde, aradaki fark sonraki dönemlere devrolunur ve iade edilmez." hükmüne yer verilmiş olup; aynı maddenin 3 üncü bendinde ise "İndirim hakkı vergiyi doğuran olayın vuku bulduğu takvim yılı aşılmamak şartıyla, ilgili vesikaların kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde kullanılabilir." hükmü yer almaktadır.

Ayrıca,aynı Kanunun 58 inci maddesinde; "Mükellefin vergiye tabi işlemleri üzerinden hesaplanan Katma Değer Vergisi ile mükellefçe indirilebilecek Katma Değer Vergisi, Gelir ve Kurumlar Vergisi matrahlarının tespitinde gider olarak kabul edilmez." hükmüne yer verilmiştir.

 

Öte yandan, işin terk edilmesi halinde işini terk eden mükellefler, mevcutlarını terkten önce satış vb. yollarla tasfiye ettikleri takdirde teslim bedeli üzerinden, mevcutlar tasfiye edilmemişse, işletmeden çekiş göstererek Katma Değer Vergisi Kanununun 3/a maddesi gereğince emsal bedeli üzerinden vergi hesaplayıp beyan etmek zorundadırlar. Hesaplanan bu vergilere rağmen indirilemeyen katma değer vergisi kalırsa, indirim yoluyla giderilemeyen bu vergilerin gelir ve kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider veya maliyet unsuru olarak göz önüne alınması mümkün bulunmaktadır.

 

Soru : Kredi kartıyla yapılan satışlarda, nihai tüketiciden alınan komisyon bedelini; hasılat, gider, KDV ve BSMV açısından değerlendirir misiniz ?

 

Cevap : Kredi kartı ile yapılan vadeli satışlarda satış tutarı, mal bedeli ile bu işlem karşılığında bankaya ödenecek komisyon tutarının toplamı olup bu tutar, kredi kartı satış belgesinin (slip) düzenlendiği anda miktar ve mahiyet itibariyle kesinleştiğinden söz konusu miktar brüt satış tutarı olarak dikkate alınacaktır.

 

Diğer taraftan, firmanızın kredi kartı ile yapmış olduğu vadeli satış tutarı ile bu satış karşılığında banka tarafından hesabınıza yatırılacak peşin satış tutarı arasında oluşan (-) fark, banka tarafından satıcıdan alınan komisyon bedeli olup bu tutarın şirketiniz tarafından Vergi Usul Kanunu uyarınca tevsik edilmesi durumunda safi kurum kazancınızın tespitinde indirim konusu yapılabileceği tabiidir.

 

Kredi kartıyla yapılan satışlarda, nihai tüketiciden alınan komisyon bedeli bankaların nihai tüketicilerden aldığı bir komisyon değildir. Söz konusu komisyon bankalar tarafından kredi kartı karşılığında satış yapan şirketlerden alınmakta, şirketler de nihai tüketicilere bu komisyonu yansıtmaktadırlar. Dolayısıyla söz konusu komisyonu da nihai tüketici ödemektedir.

 

Bu nedenle, kredi kartı ile yapılan satışlarda müşteriye yansıtılan komisyon bedelleri katma değer vergisine tabi olup, bu bedelin fatura ve benzeri belgelerde gösterilmesi durumunda toplam bedel üzerinden katma değer vergisi hesaplanması ve bunun için ayrı bir belge düzenlenmemesi; ancak alınan komisyon bedellerinin fatura ve benzeri belgede gösterilmemesi durumunda ise, şirketiniz tarafından komisyon bedeli için ayrı bir belge düzenlenmesi ve katma değer vergisi hesaplanması gerekmekte olup söz konusu komisyon üzerinden hesaplanan katma değer vergisinin banka tarafından hesabınıza aktarılacağı da tabiidir.

 

Kredi kartı uygulamasında kartı veren bankanın gelirini; kart sahiplerinden alınan giriş veya üyelik aidatları yanında esasen kendilerine alış veriş bedellerini ödemeyi garanti ettikleri iş yerlerinden alış veriş bedelleri üzerinden aldıkları komisyonlar oluşturmaktadır. Bu komisyon ise, üye işyerlerine müşteri temin etme, müşterinin yaptığı alış veriş bedelini ödemeyi taahhüt etme ve ödeme hizmetinin karşılığıdır.

 

Buna göre; kredi kartı veren bankalar, kart sahibine gayri nakdi veya nakdi kredi vermekte olup bankaların bu işlemler nedeniyle bu kişilerden ve satıcılardan almış oldukları hizmet bedelleri, komisyonlar, faiz gibi gelirlerin banka ve sigorta muameleleri vergisine tabi tutulması gerekmektedir.

 

Bu nedenle, yukarıda yapılan açıklamalara göre şirketinizce yapılan satışlar sonucu düzenlenecek fatura ve benzeri belge tutarı ile bankadan yapılan tahsilat arasındaki fark, ödenen komisyon olarak kabul edilecek; söz konusu komisyon bankaca tarafınıza fatura ve benzeri belge düzenlenmek suretiyle (banka dekontu da fatura hükmündedir) banka ve sigorta muameleleri vergisine tabi olacak ve bu verginin mükellefi olan banka tarafından beyan edilip ödenecektir.

Soru: Finansal kiralama işlemi sonrası, kira bedeline ilişkin kur farkı ve diğer giderlere KDV’nin hangi oranı uygulanmalıdır, kur farkı maliyet mi yoksa gider olarak mı dikatte alınmalıdır ?

Cevap : Finansal kiralama şirketlerince yapılan teslimlerden sonra, kira bedelinin ödenmesine ilişkin olarak maliyet farkı, gider karşılıkları, temerrüt faizi gibi bazı giderler ortaya çıkabilmektedir. Bu şekilde ortaya çıkan giderler finansal kiralama bedelinin bir unsuru olduklarından, bu giderlere de finansal kiralamaya konu mala ait oran uygulanmalıdır.

İstanbul Defterdarlığı’ndan talep edilen bir özelge için, Gelirler Genel Müdürlüğü vasıtasıyla verilen cevapta; “finansal kiralama yoluyla edinilen kıymete ilişkin olarak kiralama süresi içinde sözleşmeye istinaden yabancı para üzerinden yapılan kira ödemelerinin değerlemesi sonucu ortaya çıkan kur farkının, finansal kiralama konusu kıymetin maliyetine intikal ettirilmesi ve maliyete eklenen bu farkların ilgili kıymetin amortisman süresi içinde itfa edilmesi gerektiği” belirtilmiştir.

Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 1. maddesinde sayılan teslim ve hizmetlere ilişkin vade farklarında, teslimin veya hizmetin tabi olduğu oranda katma değer vergisi uygulanmalıdır.

Soru : Vade farklarının KDV oranı, satışı yapılan malın tabi olduğu orandan  farklı mı olmalıdır?

Cevap : Mal veya hizmet satışı esnasında hesaplanan vade farkları ilgili mal veya hizmet bedelinin uzantısı sayılmakta ve o mal yahut hizmetin tabi olduğu oran üzerinden KDV’ ye tabi tutulması (teslim ve hizmet KDV’den müstesna ise vade farkının da istisna edilmesi) gerekmektedir. 

Satış sonrası, müşterinin ödemeleri aksatması nedeniyle sonradan ortaya çıkan ek vade farklarına ise,  ayrı bir hizmet bedeli olması nedeniyle KDV genel oranı uygulanmalıdır.

Soru : Mal bedelinin geç ödenmesinden kaynaklanan tazminatın KDV oranı, satılan malın tabi olduğu oran mı olmalıdır?

Cevap : Satılan malların geç ödenmesi nedeniyle, uygulanan geç ödeme tazminatının da satılan malların tabi olduğu oranda katma değer vergisine tabi tutulmalıdır..

Soru : Ciro primlerinin KDV’ye tabi olup olmadığı hususunda bilgi verir misiniz ?

Cevap : 26 numaralı KDV Genel Tebliğinin L/2 bölümünde ciro primleri konusunda şu hükümlere yer verilmiştir:

“Fatura ve benzeri belgelerde ayrıca gösterilmeyip yıl sonlarında, belli bir dönem sonunda ya da belli bir ciro aşıldığında (satış primi, yıl sonu iskontosu gibi adlarla) yapılan ödemeler ise katma değer vergisine tabi olacaktır. Zira, bu tür bir iskonto doğrudan satılan malla ilgili değildir. Burada söz konusu olan iskonto, firmanın yaptığı ek bir çalışmanın ya da çabanın sonucu olarak doğmaktadır. Dolayısıyla yapılan iş, ana firmaya karşı verilen bir hizmettir. Çünkü, ana firma ile satıcı firma arasında düzenlenen sözleşmeye göre (yazılı  veya sözle) satıcı firma sözleşmenin hükümlerine uygun olarak belli bir çabayı göstermiştir ki (belli bir hizmeti vermiştir ki) ek ödemeye (iskontoya) hak kazanmıştır.

Bu nedenle, yukarıda belirtilen şekilde uygulanan ve Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 4. maddesi çerçevesinde “hizmet” kapsamına giren bu işlemlere ait iskontolar, aynı Kanunun 1/1. maddesi uyarınca vergiye tabi tutulacaktır."

Görüldüğü gibi idare, ciro primine hak kazanmış olmasından hareketle, primi elde edenin, prim ödeyene hizmette bulunduğunu varsayarak, söz konusu primlerin KDV kapsamına girdiği görüşünü benimsemektedir.

 

Soru : (B) Grubu sigorta acentesi olarak faaliyet göstermekteyiz. KDV mükellefiyeti tesis ettirip ettirmeyeceğimiz konusunda bilgi verir misiniz ?

 

Cevap : Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 17/4/-e bendine göre B acentelik faaliyetiniz  ile ilgili sigorta muamelelerine ilişkin işlemleriniz katma değer vergisinden istisna olacak, ancak sigorta muamelelerine ilişkin işlemlerin yanı sıra başka işlemlerinizin de bulunması halinde söz konusu bu işlemler dolayısıyla katma değer vergisi beyannamesi verilmesi, sigorta muamelelerine ilişkin işlemlerinizin ise katma değer vergisi beyannamesine dahil edilmemesi gerekmektedir. Sigortacılık dışında, başka faaliyetinizin olmaması durumunda KDV mükellefiyeti açtırılmasına ve beyanname verilmesine gerek bulunmamaktadır.

 

Soru : Tekstil sektöründe faaliyet göstermekteyiz. KDV oranının %18 olduğu dönemde yapmış olduğumuz satışlarımızın bir kısmının iadesi KDV oranının % 8 olduğu dönemde gerçekleşmiştir. İade faturasında uygulayacağımız oran % 18 mi yoksa cari oran % 8 mi olmalıdır?

 

Cevap : Gelir İdaresinin bu konuya benzer bir durumda vermiş olduğu 03.03.2005 tarih ve 2058 sayılı muktezasında, “...emtianın satışı sırasında % 18 oranında Katma Değer Vergisine tabi olması nedeniyle bu emtianın alıcısı tarafından satıcıya iadesinin de aynı oranda  katma değer vergisine tabi olması ve düzenlenecek iade faturasındaki tutar üzerinden % 18 oranında katma değer vergisi hesaplanması gerektiği yönündeki görüşünüz Bakanlığımızca da uygun bulunmuştur.” Şeklinde cevap verilmiştir.

 

Gelir İdaresinin görüşü iade faturasında kullanılacak katma değer vergisi oranının satışta hesaplanan katma değer vergisi oranı ile aynı olması gerektiği yönündedir.

 

Soru : Dövize endeksli veya bedelin döviz cinsinden ifade edildiği vadeli satışlarda katma değer vergisi nasıl uygulanır ?

 

Cevap: İşletmedeki varlıkların değerlerinin VUK hükümleri çerçevesinde değerlenmesi sonucu ortaya çıkan değerleme farkları, bir teslim veya hizmetin karşılığını oluşturmadığından KDV’ye tabi olmayacağı, dolayısıyla, bu farklar üzerinden KDV hesaplanmayacağı kanaatindeyiz. Ancak bunun dışındaki değerleme farkları veya değer artışlarının KDV’ye tabi olması gerekmektedir.

 

Konu ile ilgili olarak verilen bir özelgede özetle;

 

Dövize endeksli veya bedelin döviz cinsinden ifade edildiği vadeli satışlarda katma değer vergisi uygulaması aşağıdaki şekilde olacaktır.

 

Satışın yapıldığı tarihte döviz cinsinden toplam bedel cari kur üzerinden Türk lirasına çevrilerek, bu tutar üzerinden katma değer vergisi hesaplanıp aynı dönemde beyan edilecektir.

 

Döviz cinsinden bedel, kısmen veya tamamen sonraki tarihlerde tahsil ediliyorsa tahsilatın yapıldığı dönemdeki kur farkı üzerinden katma değer vergisi hesaplanıp beyan edilecektir.

 

Alıcının erken ödeme yapması nedeniyle matrahta bir değişiklik meydana gelirse, bu değişiklik Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 35. maddesine göre düzeltilecektir.

 

Dövizli satışa ait vadeli senet vadesinden önce ciro edilir veya kırdırılırsa, tahsil edilen bedelin o tarihteki cari kurdan toplam değeri ile mal veya hizmet satışının yapıldığı dönemdeki kur üzerinden hesaplanan değeri arasındaki fark matraha dahildir. Bu tutar üzerinden iç yüzde yoluyla katma değer vergisi hesaplanıp beyan edilmesi gerekmektedir.

 

Soru   : Yeni satın alınan taşıtı vergi dairesine bildirmek zorunda mıyız ?

         

Cevap: İktisadi kıymetin aktife/envantere alınması, aynı zamanda kıymetin işletmenin tasarrufunda olmasını ifade eder. Bunun anlamı kıymetin bilanço usulünde defter tutanlarda aktifte ilgili hesabın ayrıntısında yer alması, işletme hesabı veya serbest meslek esasına göre defter tutanlarda ise ilgili defterlerin arka sayfasına veya envanter defterinde gösterilmesi gerekli olduğudur.

 

Ayrıca, iktisadi kıymetin bağlı olunan vergi dairelerine bildirilmelerine gerek bulunmamaktadır. Ancak, satın alınan nakil vasıtaları işin idamesi için değil de ticari amaçlı (nakliye v.b.) kullanılacak ise vergi dairesine bildirilmesi ve araca vergi levhasının da asılması gerekmektedir. 

 

Soru   : Tevkifatlı (1/3) KDV uygulaması ve muhasebe kaydı hakkında bilgi verir misiniz ?

         

Cevap: 

 

a) Fatura Bilgileri

_______________________________

 

İşlem Bedeli                             100

Hes. KDV                       +         18

                                      ____________________

 

Toplam                                    118

Tevkif Edilen   (18/3)    ( -)            6

                                     ____________________

 

Tahsil Edilecek Tutar                112                                                 

 

 

b) Satıcının Muhasebe Kaydı

_____________________ / _____________________

 

120 – ALICILAR                        112

  

                      600 – YURTİÇİ SATIŞLAR                   100

                      391 – HESAPLANAN KDV                   12

_____________________ / _____________________

 

c) Alıcının Muhasebe Kaydı

_____________________ / _____________________

 

7…. / ……. GİDER HESABI                100

191 – İNDİRİLECEK KDV                     18

 

                         320 – SATICILAR                                 112   

                         360 – ÖDENECEK VERGİ                       6

_____________________ / _____________________

 

 

Soru  : İade hakkını indirim yoluyla giderme tercihinde bulunabilir miyiz ?

 

Cevap: KDV 96 seri nolu Genel Tebliği’nin 6. bölümünde iade hakkını indirim yoluyla kullanmak isteyen mükellefler için aşağıda yazılı hüküm düzenlenmiştir.

 

“39 seri no.lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği’nin (D) bölümünde de açıklandığı üzere, iade hakkı doğuran işlemleri bulunan mükelleflerin bu işlemler dolayısıyla yüklendikleri vergileri nakden veya mahsuben iade olarak talep etmek yerine indirim yoluyla giderme tercihinde bulunmaları mümkündür.

 

Tercihini bu yönde kullanan mükellefler tarafından iade hakkı doğuran işlem bedelleri Katma Değer Vergisi Beyannamesinin 8 ve 9 numaralı tablolarında beyan edilecek, ancak Tabloların “Yüklenilen KDV” veya “İadeye Konu Olan KDV” sütunlarına “0” (sıfır) yazılacaktır.

 

Öte yandan, katma değer vergisi alacağını indirim yoluyla giderme tercihinde bulunan mükelleflerin daha sonra bu tercihinden vazgeçerek nakden veya mahsuben iade talep etmeleri halinde aradaki dönemler için düzeltme beyannameleri vermeleri gerekmektedir. Tercih değişikliğinin yapıldığı dönemde iade için istenilen belgelerin de beyannameye ekleneceği tabiidir. “

 

Soru   : Tevkifatlı (%90) KDV uygulaması ve muhasebe kaydı nasıl olmalıdır ?

 

Cevap : Şirketinizin, 91 seri nolu KDV Genel Tebliği A/5-a bölümünde yazılı hizmetleri vermesi durumunda düzenleyeceği faturada uygulayacağı tevkifat ile 96 seri nolu KDV Genel Tebliği’nin 5/1. bölümünde yazılı (Katma Değer Vergisi mükellefi bazı işletmeler mal veya hizmet üretimlerine ilişkin olarak ihtiyaç duydukları işgücünü kendilerine hizmet akdi ile bağlı ücretli statüsünde hizmet erbabı çalıştırarak temin etmek yerine, alt işverenlerden veya bu alanda faaliyette bulunan diğer kurum, kuruluş veya organizasyonlardan temin ettikleri durumda temin ettikleri işgücü hizmetine ait Katma Değer Vergisi’nin % 90’ının tevkifata tabi tutulması ve bunlar tarafından sorumlu sıfatıyla beyan edilmesi uygun görülmüştür.) hükmüne göre sadece iş gücü hizmeti vermesi durumunda uygulayacağı tevkifat ( % 90 ) farklı olacaktır. 

 

% 90 tevkifatlı fatura düzenleme kapsamında olmanız halinde,

 

Aşağıdaki fatura örneğini;

 

Hizmet Bedeli                              500,00 YTL

Hesaplanan KDV                           90,00 YTL.

                                              +___________    

 

      Toplam                                  590,00 YTL.

 

Tevkif Edilen KDV (9/10)       ( - )  81,00 YTL.

                                                ___________

                                             

                                                    509,00 YTL.

_____________________ / _____________________

 

120 – ALICILAR                           509.-

 

                                    600 – YURTİÇİ SATIŞLAR                       500.-

                                    391 – HESAPLANAN KDV                         9.-

_____________________ / _____________________

 

şeklinde kayda alacaksınız.

 

Soru   : Yapım işlerinde tevkifat uygulamasında yükleniciler de tevkifat yapmak zorunda mıdır ?

 

Cevap : KDVK 91 Seri no.lu tebliği 5/a- üçüncü paragrafında, “Bu Tebliğin yayımını izleyen ay başından itibaren yüklenicileri tarafından tamamen veya kısmen alt yüklenicilere (taşeronlara) veya daha alt yüklenicilere devredilmiş ve devredilecek yapım işlerinde, işi devreden her yüklenicinin, kendisine ifa edilen hizmete ait katma değer vergisi üzerinden bu tebliğdeki esaslar çerçevesinde tevkifat yapması uygun görülmüştür. Alt yükleniclere uygulanan tevkifat, bu Tebliğin A/2 bölümünde sayılan kurum ve kuruluşlarca yapım işinin asıl yüklenicisine tevkifat uygulamasına engel değildir.” hükmü yer almaktadır. 

 

Dikkat edilirse işi devreden yüklenicilerin tevkifat yapması ihtiyari olsaydı idare, “İşi Devreden Her Yüklenici” yerine “Dileyen Yükleniciler” ifadesini kullanmış olurdu.

 

Soru    : Gümrük çıkış beyannameleri YTL olarak düzenlenebilir mi ? 

 

Cevap : İhracat genel olarak ilgili ülkenin para birimi üzerinden ve USD karşılığ belirtilmek suretiyle yapılmaktadır. Ancak, Serbest Bölgelere ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yapılan ihracatların TL (YTL) olarak yapılabileceği hususuda tebliğler (85/4) ile belirlenmiş bulunmaktadır. Bu hallerde bile DAB alınması zorunludur. Bunun dışındaki ihracatlarda uygulaması pek olmamakla beraber, TL (YTL) olarak ihracat yapılması mümkün olabilmektedir ancak, USD karşılığının da GB de belirtilme ve sonuçta DAB alınma mecburiyeti bulunmaktadır. 

 

Soru   : Döviz cinsinden alınan ve verilen avanslarda kur farkı ve KDV uygulaması hakkında bilgi verir misiniz ?

 

Cevap : Avans; ilerde gerçekleştirilmesi üstlenilen bir iş nedeniyle fiyat değişmelerinden etkilenmemek ve işin güvenceye alınmasını sağlamak amacıyla bedelin bir kısmının veya tamamının önceden tahsil edilmesi veya ödenmesidir.

 

Döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak belirlenen mal ve hizmet bedellerine ait katma değer vergisi tutarının peşin ödenmesi ancak vergi hariç bedelin vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihten sonraki bir tarihte ödenmesi halinde, ödeme tarihi ile verginin doğduğu tarih arasında geçen sürede kurlardaki artış nedeniyle ortaya çıkan kur farkları üzerinden ayrıca katma değer vergisi hesaplanmalıdır.

 

Malın teslimi veya hizmetin ifasından önce peşin tahsil edilen avanslar, bir teslim ve hizmetin karşılığını oluşturmadığından KDV’ne tabi bulunmamaktadır. Ancak, avans olarak ödenen döviz bedeli için fatura veya benzeri belge düzenlenmesi halinde, KDV Kanunu’nun 10/b maddesine göre fatura veya benzeri belgede gösterilen tutarla sınırlı olmak üzere vergiyi doğuran olay meydana geldiğinden avans bedeli olarak ödenen dövizin fatura veya benzeri belgenin düzenlendiği tarihteki cari alış kuru üzerinden YTL’ye çevrilerek KDV hesaplanması gerekir.

 

Avans için fatura veya benzeri belge düzenlenmemesi halinde, döviz olarak ödenen avans bedeli KDV’ye tabi olmayacaktır. Ancak, malın teslimi veya hizmetin yapıldığı tarihte avans da dahil olmak üzere toplam bedele ait dövizin YTL’ye çevrilerek KDV hesaplanması gerekir.

 

Soru   : Tasfiyesi memurunun sorumluluğu nereye kadar devam eder ?

 

Cevap : Esas mukavele veya ortaklar kurulu kararıyla tayin edilmiş olan tasfiye memurları, ortaklar kurulu tarafından her zaman azil ve yerlerine yenileri tayin olunabilir. Pay sahiplerinden birinin talebiyle mahkeme dahi haklı sebepler dolayısıyla tasfiyeye memur kimseleri azil ve yerlerine yenileri tayin edilebilir. Bunlar kendilerini tescil ve ilan ettirirler. (T.T.K. Md. 442)

 

Kanun, şirket mukavelesi veya iş görme şartlarını tespit eden diğer hükümlere aykırı hareket ederek üçüncü şahısları veya ortakları zararlandıran tasfiye memurları kusursuz olduklarını ispat etmedikçe müteselsil olarak mesul tutulurlar (T.T.K. Md. 224)

 

Tasfiye memurları, tasfiye halinde bulunan şirketin bütün mal ve haklarının muhafazası için basiretli bir iş adamı gibi gerekli tedbirleri almakla ve tasfiyeyi mümkün olan en kısa zamanda bitirmekle mükelleftirler. (T.T.K. Md. 225)

 

Soru    : İnşaat ve taahhüt işlerinde hak ediş ve KDV uygulaması nasıl yapılmaktadır ?

 

Cevap  : Taahhüt işlerinde teamülen ve taraflar arasında serbestçe kararlaştırılan tarihler itibariyle müteahhit tarafından hak ediş raporları düzenlenmektedir. Bu raporlarda müteahhit, hak edişin ilgili bulunduğu zaman diliminde yaptığı işleri, şantiyeye getirdiği veya sarfettiği malzemeleri liste eder, her bir kalemin bedelini önceden karşılaştırılan fiyatlara göre hesaplayarak kaydeder, kesinti ve ilaveleri de belirtmek suretiyle hakediş tutarını hesaplar. Bu hakediş raporu işveren tarafından incelenir, gerekirse düzeltmeler yapılır ve onaylanır. KDV de hakediş raporunun onaylandığı anda doğar.

 

KDV Kanunu’nun 34 seri no.lu Tebliği gereği; hakediş belgesi Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenen bir belge olmadığından, hakediş belgesi düzenlenen işlerde katma değer vergisinin indirim konusu yapılabilmesi için ayrıca fatura düzenlenmesi ve bu faturada verginin gösterilmesi gerekmektedir.

 

KDV’nin doğması ile fatura düzenlenmesi ve faturada hesaplanan KDV’nin ilgili dönem beyannamesine dahil edilmesi sonucu yüklenilen KDV’nin de beyan edilmesi gerekeceğinden iadenin de; iş bitiminde hakedişlerin birleştirilmesi suretiyle toplu olarak talep edilmesinin daha uygun olacağı kanaatindeyiz.

 

Soru  : İndirimli orana tabi yıllık KDV iade işlemlerinde karşıt incelemeler yıllık mı yoksa aylık bazda mı yapılmalıdır ?

 

Cevap : İndirimli orana tabi işlemlerde iade edilecek KDV tutarı bir takvim yılının 12 ayı için birbirinden ayrı olarak, ancak bir önceki dönemin sonucu bir sonraki dönemi etkileyecek şekilde yapılacak hesaplamaların sonucunda bulunacağına göre,

 

İndirilecek KDV listeleri ile buna bağlı %80 oranındaki karşıt incelemelerin de aylık olarak uygulanması gerektiği kanaatindeyiz.

 

Soru   : Kur farkları KDV ye tabi midir ?

 

Cevap: 3065 sayılı KDVK. Md. 26’da “Bedelin döviz ile hesaplanması halinde döviz, vergiyi doğuran olayın meydana geldiği andaki cari kur üzerinden Türk Parasına çevrilir. Cari kuru belli olmayan dövizlerin Türk Parasına çevrilmesine ilişkin esasları maliye ve Gümrük Bakanlığı belirler” hükmü yer almaktadır. Dövizli işlemlerde KDV matrahının tespiti amacıyla dikkate alınması gereken kur CARİ kurdur. Vergileme alanında T.C. Merkez Bankası tarafından günlük olarak belirlenen DÖVİZ ALIŞ KURU dikkate alınmaktadır.

 

Dövizle yapılan taksitli satışlar nedeniyle ortaya çıkan kur farklarının “vade farkı” olarak değerlendirilip, kur farkları için malın teslim edildiği veya hizmetin yapıldığı tarihte düzenlenen ilk faturaya atıfta bulunarak bir fatura düzenlenmesi ve malın veya hizmetin tabi olduğu oranda KDV hesaplanması gerekir.

 

Kur farkı; vade farkı ve faiz mahiyetinde bir matrah unsuru olduğundan sözü edilen Kanun’un 24. maddesi gereğince matraha dahildir. Bu nedenle, döviz cinsinden bedelin taksitler halinde tahsil edilmesi halinde, taksit tutarı üzerinden hesaplanacak kur farkı katma değer vergisine tabi olacaktır. Kur farkı üzerinden hesaplanacak katma değer vergisinin, taksitin tahsil edildiği dönemde beyan edilmesi gerekmektedir. (M.B.’nin, 09.06.1995 tarih ve 31729 sayılı özelgesinin 3 no.lu paragrafında)

 

Konu ile ilgili olarak tayin edilen Maliye Bakanlığı özelgesinin bir bölümünde;

 

Döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak belirlenen katma değer vergisi hariç mal ve hizmet bedellerinin vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihten sonra tamamen veya kısmen ödenmesi halinde, ödeme tarih ve/veya tarihleri ile vergiyi doğuran olayın meydan geldiği tarih arasında ortaya çıkan “vade farkı” mahiyetindeki kur farkları katma değer vergisine tabi olup, verginin kur farkı bedeli üzerinden ayrıca hesaplanarak ilgili dönemde beyan edilmesi gerekmektedir.

 

Satıcı lehine oluşan kur farklarının KDV yönünden vergilendirilmesinde sorun bulunmamakta, lehe oluşan bu kur farkları KDV Kanunu’nun 24/c maddesi kapsamında vade farkı olarak kabul edilmekte ve KDV’ye tabi tutulmaktadır.

 

Bedeli döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak yapılan mal ve hizmet satışları nedeniyle kurlardaki düşme nedeniyle satıcı aleyhine oluşan kur farklarının, KDV Kanunu’nun 35. maddesi kapsamında “matrahta değişiklik” olarak değerlendirilmesi ve satış sırasında tespit edilen matrahın ve dolayısıyla KDV tutarının buna uygun olarak düzeltilmesi gerekir.

 

Maliye Bakanlığı’nın 2005 yılında vermiş olduğu özelgede “Bedelinin döviz cinsinden ifade edildiği işlerde, ödemenin vergiyi doğuran olayın meydana geldiği tarihten sonra yapılması durumunda bu ödeme nedeni ile ortaya çıkacak kur farkı tutarı üzerinden fatura düzenlenerek katma değer vergisi hesaplanacaktır. Diğer taraftan ödemeden önce, dönem sonlarında yapılan değerleme nedeniyle ortaya çıkan kur farkı için fatura düzenlenmesine gerek bulunmamaktadır.

 

Soru  : Irak’a yapılan ihracatlar, ihracat bedellerinin yurda getirilmesi ve döviz beyan tutanağı ile ilgili değişiklikler hakkında bilgi verir misiniz ?

 

Cevap :TPKK Hakkında 32 sayılı karara ilişkin 91-32/5 sayılı tebliğin 15’inci maddesine göre; 03.09.2005 tarihinden itibaren, Irak’a gerçekleştirilen ve tutarı 100.0000 ABD Doları (değişiklik öncesi tutar 50.000 USD) veya eşitine kadar olan ihracat veya transit ticarete ilişkin mal bedellerini oluşturan efektiflerde 31.12.2006 (değişiklik öncesi tarih 30.06.2005) tarihine kadar beyan yükümlülüğü aranmaz. Bunun dışındaki ihracat bedelleri için Döviz Beyan Tutanağı uygulanması devam etmektedir.

 

Kambiyo mevzuatına göre terkin sınırının 100.000 USD olarak uygulanması, diğer vergi ve muhasebe mevzuatına göre 100.000 USD’ye kadar olan ihracat bedellerinin hiç getirilmeyeceği anlamına gelmemelidir. Her halükârda ihracat bedelinin ve transit ticarette satış bedelinin banka aracılığı dışında yolcu beraberinde yurda getirilmesi halinde ülke farklılaştırılması ve miktar istisnası gözetilmeksizin 01.01.2002 tarihinden itibaren Döviz Beyan Tutanağı aranılması esastır.

 

DEVAMI...

 

İstasyon Caddesi No:21 Kat:3 Daire:6 Yeşilköy, Bakırköy-İSTANBUL    Tel: 0 212 662 00 47 (3 Hat)    Faks: 0 212 573 49 78